Nermi Uygur

NERMİ UYGUR’DAN

Dağcı

Herkesin yürüdüğü yollarda yürümeyenlerin evrenidir dağlar.
Kendi yolunu kendi yapan kişidir dağcı.
Yalnızlığı sevmeyen dağa çıkmasın.
Yüce dağlar, dik dağlar, korkunç dağlar, kutsal dağlar, tek dağlar, dizi dağlar, yakın dağlar, uzak dağlar…
Çalım için dağa çıkmak, – çalım için yazıp çizmek. Çıkılmasa da, yazılmasa da olur.
İnsan yaşamının boyutlarını zenginleştiren bir serüvendir dağcılık. Bu olanağa sırt çeviren dağcının süsten başka bir şey değildir sırt çantası.
İnsan biryana, dağda en önemli öğe ne taştır, ne toprak, ne kar, ne buz, – havadır, hava.

Dağ Türküsü

Türkü söylemenin belki de en güzel, en doğal dürtüsü, önüne geçilmez bir istekle, nasıl olduğunu pek anlamadan, birden bir türkü tutturmak, tadını çıkara çıkara söyleyip gitmektir, – amaç türkünün sürmesidir, türküyü sona erdirmek değil.

Dağa tırmanmak da türkü söylemek. Doruğu ele geçirmek için dağa çıkanlar dağdan bir şey anlamazlar. Gerçek dağcı, dağı sözümona bitirmekten çok dağda geçen zamanı seven kişidir. Dağcı olanca varlığıyla dağda yaşadığı zamanı üstün tuttuğu içindir ki dağa tırmanır. doruk ancak dağda yaşanan zamanın bir parçası olarak önemlidir. Dağ, doruk değildir.

Dağcı, doruk için değil kendisi için, dağdaki-kendisi için dağa çıkar. Doruk bir bakıma, dağ-yaşamının aracıdır. Dağa, doruğun aracı gözüyle bakamaz dağcı. Dağcının amacı: kendini bulmak, kendini bilmektir. Belli birşey için değil, yeniden doğmak için çıkılır dağa.

Sevgi, dostluk, şiir, yetişim, felsefe, din, bilgelik de öyle – ille de birşeyin aracı diye yorumlanınca özden zehirlenirler.

Yorulup dinlenmek, görüp tanımak, bulup güçlenmek isteyen dağcılara kuştan hafiftir sırta yüklenen çanta.

Dağ uzaktan yükseltir: ötelerden bakarken başını kaldırman gerek.

Dağ yakından alçaltır: tırmanırken, bakmasan bile gözlerini ayakuçlarından ayırmamak zorundasın.

Dağa çıkmak, doğa yüzeyinde dolaşmaktan çok doğanın içine inmektir. Dağın hakkını ne denli verirsen o denli doğanın derinliklerine inmiş olursun.

Dağları anlamak için tepelerle yetinmeyip mağaralara inmek gerek. Dağ ne denli yüksekse mağara o denli derindir.

<<Dağ>> Deyince

Dağ deyince taş-toprak yığınlarının yığın yığın üstüste yığılmasını anlamamak gerek. Dağ, toprağın salt toprak olmayı silkip atmak için gösterdiği çaba diye yorumlanabilir. Ne var ki dağın topraktan başka bir dili olmadığından, amacını gerçekleştirmek için topraktan başka bir yardımcısı da yoktur. Ozanları andırır bu bakımdan dağlar, sözcüklerin ötesine geçmek için sözcükleri sözcüklerle anıtlaştırmaktan başka seçeneği olmayan ozanları.

Ozanlarda söz nasıl türküleşirse, dağlarla toprak türküye dönüşür.

Dağ da insan: Onun da bizim gibi başı, ağzı, sırtı, boynu, alnı var.

Belki

Belki dağlar özlemle Tanrıya yaklaşmak isteyen taşın toprağın göklere uzamışıdır. Ama çok geçmeden yerle göğün birleşemeyeceğini gören dağlar dizi dizi diz çöküp yalvarmaya başlarlar.

Dikduruş

Dağ ile dikduruş arasında gizli bir anlam alış-verişi sezmemek elde değil: İnsan-olmada dikduruştan önemli pekaz şey var. Ellerimizi sürünüp emekleme aracı olmaktan kurtardığımız an beynimizi yerde sürünmekten kurtarıp uygarlık aşamasına girdik.

Bir bakıma, cansız denen doğa da dağlarla dikduruşa erişti: Dağ diye bir şey olmasaydı “yüksek”, “yukarı”, “üstün” sözcüklerinin ya da akrabalarının dile getirmeye çalıştığı o eşsiz kavram-bölgesinin insan için somut bir anlamı olmayacaktı. Yaşamanın saygınlık gören bazı kesitleri özünü yitirecek, içi boş birer kalıp durumuna düşecekti.

Güzel görünümlerin gerçekten tadına varmak için, nice nice bayırlar tırmanıp yükseklere çıkmak gerek.

Uzaktan bakınca iri sorunlar gibidir dağlar, çoğun yüreksiz kılarlar insanı. Oysa zaman yitirmeden davranmak gerekir: – Kalk yürü!

(Nermi Uygur Yaşama Felsefesi Çağdaş Yayınları 1984)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir