OLYMPOS
Olympos Yunanca bir kelime değildir. Bu adın kaynağı ve anlamı büsbütün açıklanmamışsa da, Eski Anadolu dillerinden geldiği ve genellikle yüksek dağ anlamında kullanıldığı anlaşılmaktadır. Dorukları gökte bulutlara karışan ulu dağların tanrılara konut olduğu inancı Yunan’a Sümer’den gelmiş olabilir. Nitekim Olympos tanrıları diye anılan Zeus kuşağı yalnız Olympos dağında görülmez -ki asıl Olympos dağı yanlış bir düşünceye göre Makedonya-Teselya’da bilinir- İda Dağı gibi başka yüksek dağlarda toplanırlardı. Ayrıca Anadolu’da sayısı yirmiye varan Olympos adlı dağlar olduğu gibi, Girit’te, Kıbrıs’ta ve Yunanistan’da bu adı taşıyan dağlar çoktur. Homeros destanlarında tanrılar Olympos dağında şölen yapar, insan sorunlarını tartışır, toplantılarda aralarında sohbet ya da kavga eder gösterilirler. Olympos daha çok gök tanrı Zeus’un merkezidir. Apollon ve Musalar gibi daha çok oyun ve ezgiden hoşlanan tanrılar Parnassos ya da Helikon dağlarında toplanmaktadırlar.
ENDYMİON ve SELENE
Parlak ayın çevresinde sayısız yıldız
rüzgarsızken duru gökyüzü
nasıl yanarsa ışıl ışıl.
Bütün doruklar, sivri kayalar ve çayırlar
nasıl serilirse göz önüne.
gökler yırtılıp da açılır,
tekmil yıldızlar görünür,
ferahlar yüreği çobanın…
Endymion efsanesi Homeros’un bu birkaç dizesinden doğmuş gibidir. Ama bu efsanenin asıl kahramanı eski adıyla Latmos, bugün Beşparmak diye anılan dağdır. Beşparmak dağının eteğinde Menderes ırmağı kendi ovasınca akarak bin bir dolanışla gümüşten aylar çizer. Koca ırmak Bafa gölüne ve batıda Adalar denizine pırıl pırıl boşanır. Geceleri Bafa gölü tepsi dolusu gümüştür.
Beşparmakların görkemi insan hayalini uzak geçmişlere, kıtaları sarsıp dağları birbirinin üzerine yığan büyük yersarsıntıları çağına götürür. Beş doruğunu bir elin beş parmağı gibi göğe uzatan bu dağa bakarken o depremlerin gürleyişini duyar gibi olur insan. Ama ay ışığı bu dağların sertliğini şeker gibi eritir ve çatık kaşlarını çözer. O zaman insan bir dünya manzarası değil, yeryüzüne paldır küldür yıkılmış bir cennet görmüş gibi olur.
Endymion efsanesi işte bu dekor içinde doğdu. Endymion, Beşparmak dağında sürülerini otlatan bir çobanmış. kavalından başka bir varlığı olmayan yoksul bir çoban. Gündüz kayadan kayaya hoplayan boynuzlu, sakallı kara keçilerini gözler, yamacın mis kokulu kekiklerini yiyen sürünün titrek meleyişlerine kulak kabartırdı. Kavalı Endymion’un biricik dostu, sırdaşıydı. Dağlarda yapayalnız yaşamanın verdiği hürlük, açıklık duygusunu da, kalabalık şehirlerde oturan hemcinslerine özlemini de hep bu kavala söylerdi. Endymion’un kavalı yalnız çobanın sevincini, özlemini söylemekle kalmaz, kara dorukların, yeşil çimenlerin, bulut bulut yapraklarıyla sağa sola serpilmiş ağaçların, cıvıl cıvıl akan suların da seslerini duyururdu.
Bu ıssız dağlarda Endymion’u ne gündüz kavalını üflerken, ne gece taze çayırın üstünde uzanıp sere serpe uyurken kimsecikler görmezdi. Yalnız, ay ışığı görürdü onun gürbüz bedenini, erkekçe güzelliğini. Ay tanrıçası Selene, Endymion’a baka baka, gönül vermişti ona. Her gece üzerine eğilir, gümüş ışığıyla onu sarıp çayırın üstüne yatınca kollarını sevgilisine açardı. Selene da gökte ne zaman doğarsa, nerede doğarsa, hemen çobanına koşar, gövdesini ışınlarıyla sarar, öperdi.
Ne var ki, Selene bazı gece daha çok, bazı gece daha az kalırdı sevgilisinin yanında. Ayın Endymion’la hiç birleşmediği karanlık geceler de vardı. Onlar Beşparmakların dorukları gibi kara, korkulu bir bekleyiş içinde geçerdi. Ama bu bekleyiş uzun sürmez, ilk ay gökte gözüktü mü, Endymion’la Selene gene kavuşurlar, denizden yeni çıkmış balıklar kadar serin, diri, parıltılı gövdelerini birbirlerine değdirirlerdi. Her buluşmada ilk defa buluşuyormuş gibi olurlar, hiç tatmadıkları bir tadı dudaklarında eme eme doyamazlardı. Her öpüşte gövdeleri daha da aydınlanır, tepeden tırnağa nur kesilirdi. Endymion’la Selene için sevgi, ışığın ta kendisiydi.
Ölümsüz tanrılar kimi zaman kıskanır insanların mutluluğunu. Sevgiyle insanların bir çeşit ölümsüzlüğe ermelerini, tanrılara denk gelmelerini istemezler de ondan. Ama tanrıların tanrısı Zeus, Selene ile Endymion’un bu hep yenilenen bitimsiz sevgilerinden hoşlanmış, Beşparmak dağlarının yoksul çobanına bir armağan vermeyi kurmuş. Dile benden ne dilersen, demiş ona; Endymion da ne dilesin, ölümsüz bir uykuyla uyumayı dilemiş.
O gün bugün Beşparmak dorukları ay ışığında karlı gibi ağarır. Ulu çamları uyuyan ve ışıklı düşler gören insanlara benzer. Nereden geldiği belirsiz bir esintiyle yaprakları ürperir, fısıldaşır zaman zaman. Ay ışığı göklere parmak uzatan doruklardan aşağı su şırıltısı gibi şarıl şarıl akar. Yamaçlarda çsalar. Endymion’un kavalı yankılanır obanların yaktığı ateşler mavi mavi tellenen ince dumanlar kayadan kayayaözlemini söyler. Ayın çevresinde . hep aynı sestir o, dağların ıssızlığını, insanların yBeşparmaklar’ın çobanı Endymion’un ışıklı, yıldızlar kıpırdaşır. Gökler sanki yırtılmış, açılmıştır. ölümsüz mutluluğunu gözümüzle görebiliriz.
(Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, 2.Basım 1978)