Bulgar Dağında Göç

Yörükler, kara kıştan çıkar çıkmaz ilk önce yaylayı düşünürler. ilkbahar aylarında koca, genç, gelin, kız, çoban, çocuk bütün erkekler hepsi birden bir sene önceki eğlencelerini hatırlamaya başlar.

Bir sene önce yüklere konmuş yayla çiçekleri yeni çiçeklerin gönüllere yerleştirdiği tatlı imleriyle yüklerden çıkarılır, atılmaya başlanır.

Komşu obalarla müzakereler yapılır ve göç günü tasarlanır. yaylaya çıkma günü kararlaştırıldıktan sonra çadırlarda büyük bir göç sevgisi uyanır.

Obayı “göç var…” sesleri inletir. Şen çocuklar cıvıldaşır, genç kızlar yeni ve az kullanılmış elbiselerini hazırlar, delikanlılar silahlarını siler, çobanlar davarın eksilmiş çanlarını toplar, oba ağasının atları tımar edilir. O günlerde obalarda mutlu ve kutlu bir bayram havası eser.

O güne kadar her işi ağır tutan obalılar birdenbire makine gibi çalışmaya koyulur. Ağa obada iş bölümü yapar. Obayı şenlik kaplar.

Koca nineler develeri çullar, güzel gelinler kilimleri silker, yosma kızlar süslenecek mayaların zillerini çullara diker, delikanlılar çadır direklerinden eksik olanlarını bulur ve onarır. Böylece tam bir hafta obada baş kaşıyacak vakit bulunmaz. bu arada sanki ferman çıkmış gibi develere, davarlara da müjde erişir. onlar da homurdanmaya, sıçramaya, melemeye başlar; atlar, aygırlar kişner, yeni doğmuş emzikli kuzular mazzak mazzak (hayvanların acı acı sesleri) haykırarak analarını arar.

Her çadır bol yiyecek ve içecek hazırlamaya koyulur. Yörüklerin başlıca yiyecek ve içecekleri:

Çökelek (kesilmiş süt), söğüş, ballı yufka (kızartılmış ve üzerine bal dökülmüş yufka), kavurma, peynir, yufka ekmeği, süzülmüş yoğurt gibi şeylerdir.

Obanın sekiz yaşındaki mini mini yavrusundan seksen yaşındaki ihtiyarına kadar her adam bu iş bölümünün başına geçer; ihtiyarlara yeni davar dölleri, çocuklara sakat oğlaklar yoz ve damızlıklar sürü sürü bölüştürülür. Geride kalan başka işler de buna göre birer birer oba şenliğinde güç ve kuvvete göre dağıtılır.

Bu iş bölümü doğrudan doğruya oba ağası tarafından verilen emirlere göre yapılır ve her obalı bu iş bölümüne büyük bir inançla sarılır.

Derlenme, toplanma bitince yükler tutulmaya başlar. El istarlarında dokunmuş çuvallara yiyecekler yerleştirilir, denkler çatılır.

Yük tutma işini idare edenler; en büyük başçıl obanın kocakarıları ve nineleridir. Onların izni olmadıkça çuvallara bir şey yerleştirilemez.

Kocakarılar bu derlenme ve toplanma işini aşiretin en eski yasalarına uygun bir şekilde hazırlarlar.

Gelinleri yeni elbiselerini giyerler, yetişkin kızlar altınlı feslerini sağ ve sol kaşları üstüne eğerler. Aşiret, oba ulusunun katarbaşı olarak seçilecek kızın hangi kutlu ananın kızı olduğunu yürek titremeleri arasında bekler.

Herşey tamam olunca ağanın iki sözünü beklemek gerekir; “göç buyruğu… katar başının seçilmesi” Beklenen bu iki buyruğun obada uyandırdığı sevinci bu kağıtlara sıkıştırmak zorlu bir iş… Bu göç gününde gönüllere doğan ışıklı sevinç perisinin yıldızlı kanatlarında saçılan alevleri elimdeki kalemin mürekkebi söndüremez. Obada “göç” bir savaştan, fırtınalı bir havadan daha telaşlı, bir şartlağın sesinden daha sanlı ve canlıdır. o gün bütün dağlar inler, ormanlar uğuldar, ovalar sallanır, yiğitler telaşlanır, tepelerin burçları dumanlanır, ölüm kokan sahiller helallaşır, dünya yerinden oynar; dudaklarda yayla destanlarının tatlı duyguları dağlara doğru uçmaya başlar.

Bir gün obanın ulu ağası “göç” diye seslendikten sonra kızların arasına girer; güzel kızları gözden geçirir ve içinden birini beğendikten sonra ona der ki:

-Hadi kız… Katara baş ol…

Bu işin başına geçecek olan kız sevinir, süslenir. o güne kadar kardeş gibi sayılan oba delikanlıları harekete geçerler. Çünkü katar başı olmak o yıl nişanlanmak demektir.

O gün katar başı güzel kız obanın sevgilisi olur. Her obalı onu gülen gözlerle süzer. her delikanlı kendini ona satmak ister, her şenlik, her gönül onun olur.

Katarı çekecek olan maya kilimler, halılar, örmelerle süslenir ve bir geline benzer. Onu güdecek olan kız; başını güzel bir tozak ile donatır, fesini hotozlatır ve eline süslenmiş hayvanın yularını alır.

Artık bu kız nişanlanmış demektir. her delikanlı onun malı sayılır, o da her delikanlının gönlünden geçer. kimi genç “Katar başı bana baktı”, kimi “bana güldü”, kimi de “Beni sevdi” diye için için umut besleyip gönül oyalamaya koyulur.

Gün doğmadan obanın ihtiyar ağası katara kılavuz olmak için hayvanını koşturarak öne geçer ve o gece konaklanacak yeri bulur. Kafile kendi kendine yaylasına doğru yürür.

Gece yarısı yola çıkan oba artık sabaha kavuşmaya başlamıştır.

Güneş pembe ışıklarıyla yamaçları boyarken, cehennem gibi sahillerden uzaklaşırken mayanın başını çeken kız elindeki kirmenin dönüşleriyle gönlünü eğlendirir ve yan gözle çevresini alan yiğitlerin türkülerini dinler gibi yaparak onların içinden kendine bir dert ortağı seçmeye çalışır. Tan yeri ağarırken ihtiyar bir nine titrek sesiyle kıvrak bir yayla türküsü okumaya başlar:

Yayla yollarında…

(Bu  yazı  Ali Rıza Yalman (Yalgın) tarafından derlenmiş “Cenup’ta Türkmen Oymakları I” adlı kitabından alınmıştır. Kitap Kültür bakanlığı tarafından 1993 yılında Ankara’da yayına sunulmuştur.)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir