Bu Topraklar, Bizim Topraklarımız!

(Bülbül Korusu da, Saros da, Ergene de, Istrancalar da)

Üzerinde yaşayıp mekân eylediğimiz,

Türlü savaş, göç, acı, sevinç ve hüzünle yoğrulan topraklar.

İşimiz, aşımız; geçmiş ve geleceğimizin şekillendiği, bize yurt olan bu kadim topraklar,

Sığınıp saklanacağı bir gölgesi olmayan topraklar.

Güneşin alnında yıkanıp, rüzgarında kendini kurutan bu bereketli bozkırlar.

Ormanlar dağ adını verdiğimiz yükseltilerin kucağına yaslanmış.

Koruluk, pırnallıklar serinlemek isteyenlere bir çağrı.

Kuzeyinde Istranca, güneyinde Ganoslar ve Korudağlar.

Derin vadiler, yüzlerce metre yüksekten dökülen şelaleler, kuş uçmaz, kervan göçmez yalçın kayalıklar yok bu coğrafyada.

Dibi olmayan mağaralar, devasa kaya kütleleri hep belgesel ya da filmlerde gördüğümüz görsel güzellikler.

Yakın çevremizde var olanlar daha çok bir bozkırı çağrıştırmakta.

Yeri geldiğinde insanın kulağını düşüren jilet keskinliğinde sert bir poyraz; ıslak, nemli ve uzun süre etkisinde kalındığında insanı serseme çeviren bir lodos.

Yarı bozkır, yarı kurak ama tarımı ve hayvancılığıyla bereketli topraklar.

Tarihin her döneminde bağrındaki insanları besleyip büyüten yeryüzünün dört elementinden birine ve hallice bereketlisine sahibiz özünde.

Başı dumanlı yüce dağlar olmayınca mevsimin yağmuruna göre yıl içinde yükselip alçalan dereleri de cılız ve kurak.

O yüzden meşhurdur bu toprakların tozu, tuzu ve kızı…

Öyle der, eskiler.

Kendini besleyen toprağının yapısını bilmeyenler, bu toprağın tozu gözlerine kaçmayanlar masa başında plan ve savurganlıkla havasına, nehrine, suyuna, ormanına korusuna kefenler biçmeye çalışıyorlar.

Taş ocakları, kirli sanayi, plansız kentleşme, nüfusu köyden kente aktarma gibi olgularla bu toprakların bereketine, verimine, besleyip doyuruculuğuna ket vurmaya çalışıyorlar.

Her geçen gün gördüğümüz üzere başarılı da oluyorlar. Dört bir yandan, dört bir koldan.

Şimdi de gözü Uzunköprü’nün Bülbül Korusuna dikmişler, bir kentin tarihine tanıklık etmiş ve kendi eko sistemi içinde yaşayan 5000 dönüme yakın bir alanı kesip ceviz ve badem ekecekler.

Adını da artık “Bu han-ı iştiha sizin” koyarlar.

Öyle gözüküyor ki:

Aklımızı başımıza alıp bu topraklara sahip çıkmadığımız, onu kendi doğal akışında değerlendirmediğimiz, günü kurtarmak adına ve dışarıdan müdahaleler ile yapısını bozduğumuz, doğayı bir bütün olarak görmeyip, uzun vadeli planlar yapmadığımız sürece bu topraklarda bize gelecek ve huzur olmayacak.

Karnımızı da cep telefonları ve lüks araçlarla doyururuz artık, nasılsa Whatsapp’tan Telegram’a da geçip “Büyük Resmi” gördük tüm açıklığıyla. (!)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir