Gitmek

GİT-MEK

Gerçek yolcu yalnızca yola çıkmak için yola çıkandır (.C.Baudelaire)

***

(Aşağıdaki yazı Sargun Ali TONTun TÜBİTAK Yayınları tarafından basılan Sulak Bir Gezegenden Öyküler adlı kitabından derlenmiştir)

Herşeyi geride bırakıp uzun bir yolculuğa çıkma özlemi hemen hemen hepimizde vardır. Monoton bir hayatın getirdiği sıkıntılardan kurtulmak, dertlerimizi kısa bir süre için bile olsa arkamızda bırakmak, yeni diyarlar görmek, yeni dostlar edinmek, bu özlemin altında yatan belli başlı nedenlerdir. Bazı insanlarda ise bu özlem yukarıda sıraladıklarımızın çok daha ötesinde, çok daha büyük boyutlara ulaşır.

SLOCUM

Bundan yüzyıl kadar önce Slocum adında, sıradan bir Amerikalı kendi yaptığı bir tekne ile dünyanın çevresini dolaşmaya çıkar. Slocum’un bazı yetenek ve malzeme eksiklikleri vardır, yüzme bilmemesi bunlardan sadece bir tanesidir. O zamanlarda daha konserve icad edilmemiştir, telsiz ve radyo da yoktur; ayrıca Slocum’un uğrayacağı bazı limanlarda beyaz insan etinin karaborsada satılması yaygın bir olaydır. Seferinde Slocum’un başına gelmedik kalmaz. Korkunç bir fırtınada teknesi devrilir. Can havli ile yapıştığı teknesi ile sahile sürüklenerek canını zor kurtarır. Issız bir sahilde gece uyurken yamyamlar hoşgeldine gelirler, fakat böyle bir ziyareti bekleyen Slocum’un güverteye bol miktarda serpiştirdiği raptiyelere basınca çığlık çığlığa tekneyi terk ederler. Sözün kısası, Slocum, karşılaştığı bütün güçlüklere rağmen bu inanılmaz geziyi başarı ile bitirip Boston’a döner. Adını duymayan kalmaz, yazdığı kitap, verdiği konferanslar ona epeyce bir gelir sağlar. Fakat şan, şöhret ve para Slocum’u ancak bir süre tatmin eder, aklı hep uzaklardadır. Onu enginlere çeken bir kuvvet vardır, kendinin de anlayamadığı bir kuvvet. Bir gün dayanamayıp ikinci bir dünya turuna çıkar. Gidiş o gidiş. Bugüne kadar Slocum’dan haber alan yok…

WILLIAM UNSOLD

William Unsold, Oregon Devlet Üniversitesi’nde okurken benim felsefe hocamdı. Kendi halinde, pek suya sabuna dokunmayan, her üniversitede bulabileceğiniz bir hoca. Unsold’un farklı bir özelliği olduğu bir iki sene sonra ortaya çıktı. Bizim munis hocamız Everest Dağı’na tırmanmayı başaran ilk Amerikan ekibinin üç elemanından biri oldu. Hocamız bu zaferin bedelini donup kangren olan ayak parmaklarının kesilmesi ile ödedi. Bu büyük zaferden sonra paşa paşa evinde oturmak varken Unsold yine tırmanmaya devam etti. Bir gün, bu sefer yanına kızını da alarak, Himalayalar’ın başka bir zirvesini fethetmeye gitti. Bu sefer fatura biraz daha ağır oldu, dağın başında aniden ateşli bir hastalığa yakalanan kızı ufacık bir çadırın içinde babasının kolları arasıdan yaşamını yitirdi. bu işin nereye varacağını artık hepimiz az çok tahmin edebiliyorduk. Çok sürmedi, amansız bir heyelan onu o kadar çok sevdiği dağların kucağında aramızdan ayırdı.

TİBETLİLER

Modern bilim ve teknolojinin uğramadığı veya dokunmadığı bazı toplumlarda yol çağrısı doruk noktalara ulşaır. Bir çok dinde olduğu gibi Tibet inancında da hacca gitmek koşulu vardır. Tibetli, bu yolculuğunda eşyalarını bir hayvana yükler, fakat kendisi hayvana binmez, yanında yürür. Bu yolculuğun en ilginç yanı, Tibetli hacının aklında belirli bir rota ve ziyaret edecek belirli bir mabet olmayışıdır. Aklı nereye eserse, gönlü nereye isterse oraya gider. Kısacası Tibetli için hac ve yolculuk aynı şeydir.

PLUWATLILAR

Buna benzer bir olayı Pasifik Okyanusu’nun en ücra köşelerinden biri olan Mikronezya’daki Pluwat adasında görürüz. Pluwat doğal kaynaklar açısından fakir bir ada, bu yüzden ada sakinleri ihtiyaçlarını ancak öbür adalara yaptıkları seferler ile karşılayabiliyorlar. Adalılar Fransız hegemonyası altına girdikten sonra, Fransız hükümeti yerlilerin bütün ihtiyaçlarını kendi gemileri ile karşılamaya başlar; fakat Pluwatlılar yine eskiden olduğu gibi, ağaçtan oydukları kanolara binip bildiklerini okurlar. Yolcular arasında yalnız yetişkin erkekler değil, kadınlar çocuklar ve yaşlılar vardır. Bu yolculuklar ufak gezintiler değil, günlerce, bazen haftalarca süren, yüzlerce kilometreyi kapsayan seferlerdir. Böyle bir sefere katılan ünlü antropolog Thomas Gladwin, East is a Big Bird adlı kitabında, eğer bu seferler yapılmazsa Pluwatlıların ne geçmişi ne de geleceği olur, der.

HUSREVİ

Bazı gezginler ise işi kitabına uydurmak için yoğun çabalar harcar. zevk ve sefasına çok düşkün 11. yüzyıl İranlı şair ve gezgin Husrevi, bir gece rüyasında kimliğini bilmediği bir adam tarafında ziyaret edildiğini görür. Bu kişi şaire şaraptan vazgeçmesini ve “aklı fikri arttıracak” bir şey bulmasını önerir. Husrevi “Bunu nerde elde ederim?” diye sorduğunda esrarengiz kişi eliyle kıble yönünü gösterir ve kaybolur. Husrevi şaraba tövbe edip hacca gider. Döndüğünde yepyeni bir insan olmuştur, işi gücü de iyidir, fakat Husrevi de aynı Kolomb ve Slocum gibi tası tarağı toplayıp tekrar yola çıkar ve söylendiğine göre tam 2220 fersahlık -yaklaşık 11.100 km.- yol kateder.

EVLİYA ÇELEBİ

Evliya Çelebi’nin de rüyasında gördüğü Hz.Muhammed’e “şefaat ya Resullah” diyeceğine, “seyahat ya Resulallah” demesi, peygamberin de ona, gönlüne göre gezip görme izni verdiğini, Evliya Çelebi’nin de bunun sonucu yola çıktığını hepimiz biliriz. Kitabına uysun uymasın, yol çağrısı, belki şuuraltına gömülmüş, belki de genetik haritamıza çizilmiş, hepimizin benliğinde yatan bir tutkudur.

SONUÇ

Gördüğünüz gibi, yol çağrısı sadece şan, şöhret ve maddi kazançlardan kaynaklanan basit bir olay değil. Burada her fırsatta ağırlığını ortaya koyan, kimliği belirsiz bir faktör daha var. Bazı gezginler ve seyahat temasını işleyen yazarlar “üzümünü ye, bağını sorma” gibi bir tavır takınarak bu çok tabii gördükleri olayı izah etmeye bile gerek görmezler. Örneğin J.Mallory neden Everest’e tırmanmak istediğini soran bir gazeteciye “orada olduğu için” yanıtını verirken, Baudelaire bir mısrasında “gerçek yolculuk, sadece yolculuk için yapılır” demektedir. Gezginlerin çoğunun anılarında ve temayı işleyen büyük yazarların eserlerinde yol çağrısı çeşitli kılıklara bürünerek karşımıza çıkar. Herman Melville’in Moby Dick adlı kitabında olayları anlatan İshmail neden ilkokul hocalığını bırakıp bir balina gemisine sıradan bir tayfa olarak yazıldığını evvela alışagelmiş nedenlere bağlar. Hürriyet, temiz hava, değişik yerler görmek ve avdan düşecek para. Fakat hemen sonra, bütün bu nedenlerin dışında, kendisini enginlere çeken gizli bir kuvvetin varlığından bahseder.

VE SONSÖZ…

Beşbin yıl önceden seslenir annenin biri: “Ey Tanrılar, oğlumun (Gılgamış) göğsüne bu kıpır kıpır kalbi neden koydunuz?”

VEEEEEE…

Sahi sizin kalbiniz de böyle kıpır kıpır mı?

HÜRRİYET’E DOĞRU

Heeey!
Ne duruyorsun be, at kendini denize;
Geride bekleyenin varmış aldırma;
Görmüyor musun, her yanda hürriyet;
Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol;
Git gidebildiğin yere.
(O.Veli)

Gitmek” üzerine bir yorum

Serhat zorlu için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir