Türk Şiirinde Dağ İmgesi

DAĞ BAHANESİNDE TÜRK ŞİİRİNDE
KISA BİR GEZİNTİ

(Mustafa Durak / Kitap-lık YKY / Haziran 2003)

Herkes içinde bir dağ, bir de deniz taşır durur. Dağının yükseldiği ne kadarsa denizinin derinliği de o kadardır, ya da tersi. Denizi derin olmayanların dağı da yüksek değildir. Bu noktada, “ya dağ adamları, ya deniz?” denilecektir. Yalnızca dağa yazgılı olanları anlıyorum. Hiç deniz görmemiş olanları. Ama onların da uçurumları var, boşlukları var. Oysa dağdan habersiz deniz insanı olamaz. Dağın yüksekliğini bile denize bakarak, denizi ölçüt alarak ölçmüyor muyuz? Birbirinin olmazsa olmazı. Bütünleyicisi.

Ege çevresindeki pek çok dağa, “yüksek dağ” anlamına “Olimpos” adı verilmiş. Daha sonraları Uludağ’ın, Beydağları’nın ve Yunanistan’daki bir dağın Olimpos olarak anılması sözcüksel kökeni doğruluyor. Ve bir anlamda adlandırmaya yönelen insanoğlundaki göreliliği bir kez daha vurguluyor. Öyle ya Yunan söylencelerinin tanrılara değer gördüğü, o yöre insanı için en yüksek nokta sayılabilecek Olimpos 2911 metre yüksekliğinde. Bizde Ağrı Dağı 5165 metre; dünya çapında bakarsak, Everest Dağı ise 8882 metre yüksekliğinde. Tanrılar niye Everest’te değil de Yunanistan’daki Olimpos’ta oturuyorlar? Onlar Yunan tanrıları da ondan diyeceksiniz, içinde birkaç mizahı birden barındıran bir yanıtla. Bu, bizi hem söylence, (giderek de) hem din kavramının, daha doğrusu insanla ilgili bakışların göreceliğine kadar götürebilir. Doğrusu korkuların yönettiği insan, dağ tanrısından, sıra sıra dağlardan, düş gücüyle söylensel tanrılardan varetmiştir. Bir sav belki ama söylensel tanrılar, göz önündeki dağların temsilcileridir, -elbette insan ruhsalının ve bedenselinin karıştırıldığı, ama ilk modeldir dağlar-, diyorum. Uzamsal tanrıların yerini, düşsel, kendilerine benzeyen daha güçlü yaratıklar almıştır. Tanrıya biçilen uzamsal yukarıdır. Erişilmezlik anlamıyla gök(yüzü) tanrılaşır, tanrılaştırılır; kavram, bir anlam-birim ve biçim-birim edinir. Gök, tanrının uzamsalının bir görüntüsü olup çıkar. Başka bir görüntü ise en yüksek dağdır, yani Olimpos, “Binbir doruklu, hep karlarla örtülü, pırıl pırıl ışıldayan, bu dağ öylesine yüksektir ki, göklere karışır. Doruğuna atları uçan arabalarıyla ancak tanrılar ulaşabilirler. En yüksek tepesinde Zeus taht kurmuştur, oradan dünyada olup biteni gözler. Tanrıların sarayları biraz daha aşağılarda olsa gerek” (Azra Erhat; İlyada’ya Önsöz’den)

Dağlar öteleri, bilinmeyenin uzamını işaret eder. Dağ kavramının kule kavramına da modellik ettiğini öne süreceğim. Babil Kulesi öyküsünde firavun bir rivayete göre Tanrıyı öldürüp tanrılığını ilan etmek için, bir rivayete göre göklerde, ötelerde olan cennete hemen, dünya gözüyle ulaşmak için yaptırır kuleyi. Her ne olursa olsun yücelmek, erişmek arzusudur onu yönlendiren: ötelere erişmek, öte(ki)leşmek arzusu. Gökdelenler de benzer işlevi görmezler mi?

Coğrafya bilgilerine baktığımızda 2500 metrenin ağaç sınırı, 3000 metrenin çayırlar, bodur çalılıklar sınırı, 3500 metrenin Alp tipi çayırlar sınırı olduğunu, Avrupa’da 2000 metrenin üstünün kısa süreli kullanılan kulübeler dışında boş olduğunu, Tibet ve Bolivya’da ise 5000 metre yüksekliğe kadar yerleşimler kurulduğunu öğreniyoruz. Baskıdan kaçan insanların dağları sığınak edindiğini biliyoruz (Basklar, Raetialılar, bu arada gerillalar, çeteler unutulmamalı).

Bu noktada kent ve dağ kavramlarının ayrıldığını görüyoruz. Her ne kadar dağ yamaçlarına yerleşimler yaslansa da. Doğrusu bunun en güzel örneklerini Karacaoğlan’da bulduğumu ve şiirlerini okurken “modern” kavramının tam da bu noktada oluştuğunu düşündüğümü söylemeliyim.

Dağ, Türk şiiriyle ilintilendirildiğinde, bazen bir şiirin içinde geçiveren bir sözcüktür, bazen de bir şiire, şiir içinde bir dosyaya (bölüme), kitaba ya da kitaplar toplamının adına doğrudan ya da çağrışımla karışmıştır. Sonuncu öbekle ilgili şu örnekler sıralanabilir: Yusuf Ziya Ortaç: “Yanardağ”, Ömer Bedrettin Uşaklı: “Yayla Dumanı”, “Sarı Kız Mermerleri”, Vasfi Mahir Kocatürk: “Dağların Derdi”, “Ergenekon”, Ömer Faruk Toprak: “Dağda Ateş Yakanlar”, Coşkun Ertepınar: “Şu Dağlar Bizim Dağlar”, Mehmet Başaran: “Sis Dağının Başında”, “Borana Bak Borana”, Ülkü Tamer: “Yanardağın üstündeki Kuş”, İlhan Berk:”Dün Dağlarda Dolaştım Evde Yoktum”, Sina Akyol: “Belki Çiçek Dağına”. Bu yazıda dağ kavramına Türk şiirinden bazı örneklerle, bir anlam-birim, bir imge ve bir izlek olarak yaklaşmaya çalışacağım. Ancak bu yazının, tüm Türk şiirini kapsamadığının altını çizmeliyim.

TÜRK ŞİİRİNDE DAĞIN ANLAMLARI

Elbette herhangi bir sözlüğe bakıldığında dağla ilgili anlamlar öğrenilebilir. Ama bizim şiirimiz için dağın anlamı genele koşutluk gösterse de imgesele giden yol açıcı bir yaklaşım olabilir diye düşündüğüm için sınıflandırmaya gitmek istiyorum:

1. Dağ, yüce olandır:

Karacaoğlan’da dağın çoğu anlam-birimlerini bulmak olası. Bu yüzden bu konuda örnekleri genellikle ondan seçtim. Onun şiiri “ulu, pir, yüce”dir, “koca”dır dağlar:

Karac’oğlan der de. Bitirdim çağı, /O yüce Binboğa, Bolkar’ın dengi, /Soğanlı yücesi koca Beydağı/Erciyes ulumuz, pirin var dağlar./

Özellikle şiir, izleksel olarak bakıldığında aynı nitelikleri yinelememeli, ya da ayni biçimde yinelememeli diye düşünmekten kendini alamıyor insan. Doğrusu Ahmet Muhip Dıranas’ın aşağıdaki dizelerinde gerek söyleyiş, gerekse müzik olarak aynı tadı alamıyorum, daha yapay geliyor bana:

Gel! Seninle yüce dağlara çıkalım; /Yalnız yüce dağlar benim aşkıma eş. /O dağlar, hani her gün doğar ya güneş, /Orada. Orada egemen o iklim./

2. Dağ, özgürlük mekanıdır:

Ahmet Muhip Dıranas, dağ’ı bir özgürlük savaşımının verildiği yer olarak değil de Rabelais’nin düşsel “Dilediğini Yap” uzamında olduğu gibi düşsel bir özgürlükler mekanı olarak görür:

Köroğlu gibi hür yaşarım orda ben. /Ne isteklerime vurulmuş pıranga /Ne de aşkın sonu vardır o dağlarda; /Sen var, ağaçlar gibi her yıl yemişlen!/

Ruhi Su için de özgürlük mekanıdır dağ, ama baskıdan zulümden kurtulunacak, kurtaracak yer;

Hasan Dağı Hasan Dağı /Eğil, eğil, eğil bir bak /Sıkıyor zincir bileği /Jandarmada din iman yok

3. Dağ, güzeller, güzellikler mekanıdır:

Karacaoğlan denilince ilk aklımıza gelen güzellerdir. O tüm şiirini güzelleri yaşatmak, onları övmek için yazmış, söylemiştir dense yeridir. Bu güzeller içinde, belki dışarıdan gelenin, yabancının çekiciliğine kapılmış yayla kızları, kadınları önemli bir yer tutar:

Barçın Yaylası’nda üç güzel gördüm, /Birbirinden üstün şivga fidandır. /Aklım şaştı, garib belim büküldü; /Kaşlar hilal, gözler ahu cerandır, /(…) /Yüce dağ başında sığınlar gezer, /Derindir gölleri bahriler yüzer. /Dilin şeker olmuş, şerbetler ezer; /Altun tas içinde bala dönmüşsün./

Mustafa Seyit Sutüven’in, “Sutüven” adlı şiirinde Afrodit’in mekanıdır dağ: Afrodit olmadan ilah /Dağlar inerdi her sabah /Elde gümüş hamam tası./

4. Dağ, tanrısala yaklaştıran yerdir:

Dıranas, tıpkı Mecnun gibi Leyla’dan Tanrıya geçer. Ve dağlar Tanrıyı esinleyen, Tanrıya yaklaştıran mekandır: Sıra sıra ufukta alınları ak /O dağlar, ötesi mavi gök, tanrılar… Ancak Dıranas’ın Tanrıyı araması da düş gibi teğetsi bir şeydir. Mecnun gibi delirmez, Yunus gibi her zerresinden Tanrı fışkırmaz. İğreti bir aramadır onunki. Sadece aramanın sözünü eder.

5. Dağ, öte yaşamsal uzamdır:

Dıranas için dağlar “şehr”in karşıtı bir mekandır, bir öte yerdir. Düşsel, imgesel, yaşanmamış bir mekandır. Bir kaçış yeridir. Çile ve karmaşa yoktur orada. Yani dağ yalınlık, huzur mekanıdır, ancak öldükten sonra yaşanabilecek güzelliktedir.

İnsan çilesini almaz oldu aklım /Soyun, şehrin sana giydirdiği gömlekten, /yakın dostlarına bahs aç ölmekten /Ve gel benimle, kaçalım kaçalım…/

Oktay Rifat’ın “Elleri Var Özgürlüğün” şiirinde dağ İstanbul’dur. Ama “Dağın Ardı” şiirinde öte uzamdır: Ve sen gökte süzülen bulut /Öldüm düşeli derdine /Aşır beni dağın ardına.

Günün, yaşananın içinde öte:

Egemen Berköz’ün “Sen Dağın Ardını Biliyor musun?” adlı şiirinde, dağın ardı yasadışı işlerin çevrildiği mekandır. Şiir dışı, yaşam dışı, sevgisiz ama rakı içilebilen, lüferden bıkılan bir mekandır. Dolayısıyla dağ da bu işleri kapatan, örtbas eden olur: Ancak Berköz’ün şiirinde dağların ardı bir öte mekanı, bir öte yaşamı anlatıyor görünse de, yaşamın içinde bir çirkinleşmeyi dile getirdiği için ötenin beride içkinleştirilmesinden söz edilebilir.

Sen dağın ardını biliyor musun? /Orda kaçak Amerikan sigarası ve viski satılıyor. /(…) /Sen dağın ardını biliyor musun? /Orda şiir bile yazılamıyor, reklamcı bile olunuyor. /Belki bir gün dönülecek şiire. /Dönülecek yaşamaya. /Yine orada./

Dağ dekoratif bir ötedir:

Faruk Nafiz Çamlıbel’in “Firari” adlı şiirinde dağ ceylanların kaçıştığı bir mekandır: Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine /Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek, /Sen bir ahu gibi dağdan dağa kaçsan da yine /Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek!/

Aynı bakış açısını, aynı anlatımı Necip Fazıl’ın “Bekleyen” adlı şiirinde de buluruz: Sen, kaçan bir ürkek ceylansın dağda, /Ben, peşine düşmüş bir canavarım! /İstersen dünyayı çağır imdada; /Sen varsın dünyada , bir de ben varım!/

“Hilmi Yavuz, şiirinde masal dünyasının ya da düş dünyasının içinden kendi tarihini, kendi düş evrenini anlatır. (..) O, dünya denen bir mağaraya sığınmış gururlu bir çocuktur. Dev bir çocuk. Dağlarla oynayan, dağları kendine at yapan, dağları koşturan çocuk. Ama sığındığı mağara ona karşı bir uzamdır. Durup tüm mağaraları dinler, onu suçüstü yakalamak, onu yakalayıp içinden atmak için: ne var? Bir mağara durur /ve ötekini dinler, mağruru /bir çocuk sığınmıştır dağa /at biner gibi biniyor /)M. Durak; “İmge Kavramı ve Hilmi Yavuz Şiirinde İmge”)

“Çiçekli Dağ Sokağı” adlı şiirinde de dağla doğrudan ilgili bir şey bulamazsınız. O özelde geneli, genelde özeli görebilir. Bu yüzden şiirde Çiçekli dağ sokağı, çiçekli dağa dönüşür. Şiirin, aşkın dilini anlatmak için kullandığı bir benzetmede geçen dağ, aslında ne sokaktır ne de dağ. Her şey yalnızca kendisini (ben’i) anlatır: derindir arası güllerin /ve aşkın yakut dilinden /duyulur türküsü şiirin: /-çiçekli dağ/çiçekli dağ/

Sina Akyol, kendine özgü diliyle şiiri için, bizim için dağdan akik söker. Dağı, çığlığından, orada öyle duruşundan anlamıştır: Dağı anladım. /Çığlık derin yükselir, /Orda durur dağ. /Yamacına oturdum, /Eteğimi topladım./

6. Dağ; hayat vericidir, dinamiktir:

Karacaoğlan, kızlarla gelinlerle oynaşabilmek için diri kalmayı ister ve onu dirir tutacak şey de dağın yaylasının nimetleri, buzlu sularıdır: Kadir Mevlam, budur senden dileğim: /Oynat beni gelin inen, kız inen: / Çıksam Binboğa’ya, yayla yaylasam; / İçsem sularını namlı buz inen.

Ülkü Tamer’in “Antep: Bir Adın Yolculuktu” şiirinde canlıdır dağ, olayların sessiz bilge tanığıdır: Dağ yeli, dağın yüreği söyle /Kimdi Odysseus /Antep’e gelenlerin delisi miydi.

Dıranas için de dağ, hayat vericidir. Kendisini diri tutacağını umar. Çılgın bir erkeklik kazandıracaktır kendisine. Sanki Dıranas bir ordunun, bir ulusun atası olmayı düşler gibidir. Boşuna sarmaz şu belini kollarım, / Gebe kalırsın her tutup öpüşümde /Ve bir gün taze bir kanla iner kente /Bir boz kurt sürüsü gibi oğullarım./

7. Dağ, umuttur:

 Gülten Akın için dağlar bir umuttur. “Dağlarda Susma” şiirinde dağ, kentin: birikim, “saygısız zenginlik” ve kayıtsızlık içinde olmasına karşı bir umut uzamıdır. Ey birikim ey saygısız zenginlik ey susma /Üst üste yığılıp derlenen, yalnız akşamlarda /Ola ki kurtarır, ola ki doyurur ağırlığıyla /Susup birikiriz bu bir umut değilse de.

Gülten Akın “Dağ Havası” adlı şiirinde, dağların akşamüstü esintisini, havasını aydınlık günlere taşımak, umudun üstüne bir süs gibi yaymak ister, umuda yakıştırır dağ havasını. “Yolum Dağlara” adlı şiirinde de uçan atıyla insanların yardımına koşan bir umut kişisi imgesiyle beliren kişi ağzından konuşur.

8. Dağlar dosttur:

Enver Gökçe, düşmana sırt vermeyen, kendisi için güvenli ve güzellikler sunan dağları dost sayar: Bizsiz Ilgaz’ın çam ormanları güzel değildir, /Hayda günlerim hayda! /Sırtını düşmana verdikçe /Murat dağları güzel değildir, /Dost dost ille kavga!/ (“Dost” şiirinden)

9. Dağlar özlemdir:

Ahmed Arif’in “İçerde” şiirinde, mapus yatan kişinin, yeşil soğan göstergesinden çağrışım yoluyla ulaştığı, özgürlüğünün simgesi kılınıveren mekandır. Dış mekandır dağlar: Görüşmecim yeşil soğan göndermiş, /Karanfil kokuyor cigaram //Dağlarına bahar gelmiş memleketimin…/

10. Dağ, engelleyicidir:

Aslında dağların ayırıcılığı, kavuşmaları engelleyiciliği üzerine bir türküdeki ifadenin üzerine daha güçlü bir anlatım tanımıyorum. O ne öfkedir, o ne aşktır, o ne azimdir dile gelen: Dağlar seni delik delik delerim /Kalbur alır toprağını elerim.

Karacaoğlan da yağan yağmurun, karın, esen yelin, görüşünü engelleyen dumanın sevgiliye ulaşmak için gönlünün, gönüllerin coştuğu günde dağları geciktirici, engelleyici, yol bağlayıcı olarak görür. Ancak vurgulanması gereken bir şey varsa o da Karacaoğlan’ın dağla, Tanrıyı karıştırmadığıdır. Dağın yeri ayrı, Tanrının yeri ayrıdır onda. Yani iyi bir laiktir o. Laleli Dağı’ndan yolun azdırdım, / Çağırırım, Kadir Mevla’m, aman hey! /Bir yandan da yağar yağmur, kar serper; /Bir yandan da yolum bağlar, duman hey!/

Karacaoğlan dağların kararık olmasına bile dayanamaz. Öfkelenir kargışlar onu: Ey Karadağ, melil melil kalasın, /Ataş düşe cayır cayır yanasın, /Dilerim Allah’tan bana dönesin, /Ayrılasın gül memeli eşinden!/

11. Orhan Veli için dağ, dağ başı sıkıntıdır, içmeye bahanedir:

Dağ başındasın; /Derdin günün hasretlik; /Akşam olmuş, /Güneş batmış, /İçmeyip de ne halt edeceksin? / (“Dağ Başı”)

12. Dağ, yalnızlıktır:

Oktay Rifat, “Elleri Var Özgürlüğün” şiirinde yalnızlığını yedi dağın ardında besler, yani oraya atmak, uzaklaştırmak ister. A. Kadir için dağ başı yalnızlık, “sen”den yoksunluktur. Beni bir dağ başında böyle yapayalnız kodular /Rüzgarlara, kuşlara, bulutlara yakın, /senin etinden, tırnağından ayrı, /senin kokundan uzak./

13. Dağ, onurdur:

Arif Damar’ın “Onurumuz” adlı şiirinde, onur dağ gibidir. Dolayısıyla tersinden bakarsak , dağ onur simgesidir: Onurumuz /O çok /O dağ/

Vietnam şiirinde, savaşımda bir bütünün parçasıdır dağ: Dağ ol dağlarına katıl /Başak ol /Tüfek ol çatıl /Tuz ol ekmeğini bansın /Göreyim/

Arif Damar, “Che” şiirinde Che’nin sesini dağa yakıştırır. Ve böylece dağ; parça-bütün ilişkisinde Che güçlülüğünü, dayanıklılığını, güvenilirliğini, haklılığını temsil eder.

14. Dağ, çekilen çiledir:

Enver Gökçe için dağ çiledir. Yollar açtığı, üzerinde savaştığı, hatta öldüğü mekandır: Şu /Dağları /Bana /Açtırdılar /Şu yolları /Bana /(..) /Kore /Dağlarında /Tabakam  /Kaldı /Mapus /Damlarında /Özgürlüğüm /Hey /Meri Kekliğim /Yeter /Çektiğin (“Meri Kekliğim”)

15. Dağ, dağın ardı, ihmal edilmiş insanların mekanıdır:

Ahmed Arif, “Vay Kurban” şiirinde merceği dağın ardındaki umutsuz, bakıma muhtaç insanlara tutar ve okurun dikkatini onlara çeker: /Dağların, dağların ardı /Nazlıdır. /Uçurum kıyısında incecik bir yol /Gider dolana -dolana, /Bir hastan vardır, umutsuz, /Belki Ayşe, belki Elif /Endamı kuytuda başak, /Memesinin, memesinin altında, /Bir sancı, bir hayın bıçak…

Bazı Şairlerde Dağın Görünümleri:

 

Fazıl Hüsnü Dağlarca:

“Duman” şiirinde Fazıl Hüsnü Dağlarca, dağların insan zihninde bıraktığı izlenime bağlı olarak güçlülük, kalıcılık, süreklilik anlambirimlerini dile getirmeksizin, bunları bir önkabul olarak alıp yine açıkça anmadan dinamik, yurtsever, kendi genç, yüreği genç, kahraman insanları dağ imgesiyle iç içe geçirir. Dağ onlardır, onlar da dağ.  Yeli ile, iç dünyasıyla dağlar bir hareket kazanır, “deli dağlar” olur. Ama “onları” anlatmada, Dağlarca’ya bu yetmez, bu yüzden hareketi daha da güçlü kılabilmek için “at” imgesini de onlara yakıştırır. Böylece hem onlar, hem de dağlar atlaşır, deli (delikanlı) atlaşırlar.

Gerçeği doğruyu seçmiş
Yürekten yüreğe göçmüş
Bir attır yelden su içmiş
Dağlar deli dağlar aha
(“Duman” şiirinden)

Dağ ve onlar benzetmesi “Doğa” adlı şiirde de geçer, hatta bu şiirde de gizil olarak at imgesinin bulunduğu ileri sürülebilir.

Kara sessizlik içinde
Yanıp yanıp sönüyordu
Dağlardan yankılanır gibi
Solumaları onların
(“Doğa” şiirinden)

At, Dağlarca için başeğmezlik, bağımsızlık simgesidir. Bunu “At’la Mustafa Kemal” şiirinde de işler. “Dağların Sesi” adlı şiirinde dağlar yurdun bilinci olur birbirlerine seslenirler: bilinci uyarır, parlatır, seslendirir. Köle ve kul olmanın, bağımsızlığı yitirmenin utancını hatırla(tı)rlar. Bağımsızlık savaşının başlatıcısı, direniş savaşçıları olurlar:

Ağrı Dağı seslenir İsfendiyar Dağlarına
Sarı mıyız, yas yas, al mıyız.
Bunca şehit üzre ne diye dalgalanır Amerikan bayrakları
Türkiye onların mıdır, bizim midir,
Kara toprağın bilinci miyiz, karanlık bir yel miyiz.
(Dağların Sesi” şiirinden)

Onun için ses, tek bir ses bile çok önemlidir. Zira onun amaçladığı ses, doğada dağılıp giden bir ses değil, dağın maviliğini, Gökyüzünü sallayan, sallayabilecek bir sestir (“Yankının Gücü”). Dağlarca’da dağların insanlaşması, iletişimi  “06 Ekim 1922” şiirinde de Çamlıca’nın, tüm dağların aydınlığını, Anadolu’nun aydınlığını İstanbul’a taşımasıyla görülür.

Dağlarca’da dağ kavramı insana bağlı olarak, insanı anlatmak için vardır. Bu yüzden koca dağları, basa basa düz eylemek ister (“Yol” şiiri), “Azsama” şiirinde ise dağ ve ova’yı gayrete getirir:

Önümde ne kaldı ki
Hadi dağ
Hadi ova,
Ben diyeyim on bin köy
Sen de yirmi bin
Bir gecelik yolum var
(“Azsama” şiirinden)

Önemli olan, güçlü olan ben’dir, biz’dir:

Aşarım derinlerden daha derinlerden
Doruğu daha doruğu
(…)
Dağlar nidecek bana
Ben toprağın gücüyüm.
(Işıldar Da Yer Altı Yıldızları şiirinden)

Gerektiğinde koca dağları bir pabuç gibi ayağından çıkarır. Böyle bir bakış, hem kişisini devleştirir, insanı öne çıkarır, hem de dağla ilişkiyi, dağı sevme biçimindeki yakın ilişkiyi aktarır:

Biz severken
Dağları
Şimdi ayaklarımızdan çıkar
Bir pabuç gibi sımsıcak
Yeryüzünün dağları.
(“Dağla Ayak” şiirinden)

Bunun için uyumamak, uyanık olmak gerekir (“Yok Türkü”), yalnız kalmak da umutsuzluğa düşürmez (“Oydum Oydum Toprağı”), pırıl pırıl yüreğinde karanlığa, umutsuzluğa yer yoktur, adı gibi dağlarcadır Dağlarca. Gerekirse dağları saban yapıp devleşip, Tanrısallaşıp işlemek gerektir toprağı.

Ayağa kalkacağım artık
Dağları saban yapıp ovaları süreceğim
Bütün devrimler ellerimde
Seni ey yurdum seni
İnsan eşitliğine götüreceğim.
(“Ant” şiirinden)

İnsanın dağlığı, umudu, bitmeyen bir kaynak gibi besler ve bu umut dolu oluş dağın verili sözüdür. Dağ, içinde başka dağlar gizler, tüketilemezdir. Yurt sevgisi, bağımsızlık  arzusu  dağın olmazsa olmazıdır. Yaşamı onlarsız nitelendirilemez.

Düştüm yüce bir sevgiye, aydınlık,
Kara taş uyudun mu?
(“Dağ Altında Dağ” şiirinden)

Ancak kendini Kaf dağında görenleri ve dağla yapay bir ilişkisi olanları ya da yurdunun insanı olmayanları, hainleri yine dağ; karıyla, soğuğuyla, öldürücülüğüyle cezalandırır.

Duydun mu çirkin yaşama
Ne diyorlar
Sen
Sen o yüce dağlarda sanırken kendini
Yağdı mı omuzlarına kar
Saplandı mı yüreğine kama,
(“Ses” şiirinden)

Dağlarca hem dağı, hem de bağımsızlık savaşı için kahramanlaşanı yüceltir. Destanlaştırır.

Pozantı adını Romalılardan almış
dağlar arasında yabanıl bir çiçek
tek yol tek geçit
güneyden kuzeye giden
büyük korkusu
güneydeki Fransız ordusunun
(“Pozantıda Menil Taburu” şiirinden)

Bağımsızlık için çarpışan, silah tutan el kutsaldır. Dağdır. Hatta tüm parmaklar birer dağdır onun için.

Henüz alınmıştı ki Çiğil Tepe
Fatihaya bürünürken Reşat Beyin adı,
Soğumuş elinde uzaklardan,
Baş dağ Şahadet dağ Orta dağ Yüzük dağ Serçe dağ
Kımıldadı.
(Dağlar Kımıldıyor şiirinden)

Parmakları dağ olan
Açıldı, yumuldu
Geçmişten geleceğe
Çözülmedi bu sır.
(“Bir El Tabanca Üzerinde” şiirinden)

Kımıldadı dağların beşi birden,
Dev tabancaya hepsi girdi daha.
Sanki bir büyük gece dönüştü biraz
Bir büyük sabaha.
(“El Dağlarının Eylemi” şiirinden)

Ayrıca her parmak için ayrı ayrı birer şiir yazmıştır: “Baş Dağ”, “Şahadet Dağ”, “Orta Dağ”, “Yüzük Dağ”, “Serçe Dağ”. Yurt sevgisiyle dolu şehitlerin çabalarını yaşatmak için kartallar dağların yücelerine anıtlar dikerler. “Ağrı Dağı Bildirisi” şiirinde bu kartallar somutlaşır. Askerler, Ağrı Dağı’nın tepesine bayrak dikerler.

Aşağı yer uçurum, yukarısı gök uçurum
Tanrıya mı varıyorduk özgürlüğe mi bilinmez
Yaşamamızı bir ululuğa döktük mü dökmedik mi,
Ağrı dağına çıktık mı çıkmadık mı?
(..)
Peki Kurmay Binbaşı Cevdet Sunay, Amerika’ya nasıl gidersin söyle,
Şu ikili anlaşmaları silmeden
Kaldırmadan yaban ellerini yurt üzerinden, ta Mustafa Kemal…
Söyle dağlar özgürlük demektir unuttuk mu unutmadık mı,
Ağrı dağına çıktık mı çıkmadık mı?
(“Ağrı Dağı Bildirisi” şiirinden)

Hoş zaten dağlar, onun için dalgalanan bayraktır:

Akşam parıltısından, büyük zaferler üzerine,
Dağlar dalgalanmakta, bayrak değil.
(“Kızılırmak Kıyıları” şiirinden)

Ahmet Muhip Dranas:

Ahmet Muhip’le ilgili olarak sanırım yapılabilecek en güzel benzetme “metronom” olacaktır. Bunu, onun şiiriyle ilgili yaptığım saptama ve Ahmet Oktay’ın, hak verdiğim yorumuna dayanarak söylüyorum. “Sıradan ve sıra dışı arasında sallanıp durmaktadır Ahmet Muhip. Dönemin tüm ideolojik gel-gitleri, sarsıntıları, arayışları şiirine sinmiştir denilebilir: Halkçılık ve folklorla flört halindeyse metafizik sorunlarla da flört halindedir”(Ahmet Oktay; Cumhuriyet t Dönemi Edebiyatı; s: 619)

Ahmet Muhip’e, onun dağ şiirleri açısından baktığımızda, Dranas şiiri hemen olumsuzlanacak bir şiir gibi görünüyor bana. Altı sayfalık Ağrı şiiri, aa bb düzeninde uyaklanmış iken,

Kim şu vurulmuş yatan, ova boyunca,
Bir kan çeşmesine açık durup avcu? 

dizelerinde uyak tutmamıştır. Ayni biçimde,

Ey boş gecelerin dadı ayışığı!
Salla, salla hüzün uyuyan beşiği

dizelerindeki “ayışığı” ve “beşiği” uyaklaştırılması  sorunludur. Kaldı ki öbür, uyak açısından çiftleştirilecek dizelerin çoğunda sıradan bir uyaklaştırma ve zayıf uyaklar söz konusudur. Anlatımda dolgu sözcükler dolambaçlı anlatımlar bulunmaktadır. Örnekse, Karlı başın yüce dedikleyin yüce. Burada dize, oniki heceyi tutturmak için uzatılmış, sözümona bir pekiştirme yapılmış. Ve şu söyleyiş bana çok yapay geliyor:

Dünyayı saran bu gece ne gecedir,
Yıldızlardan yağan ışık ne incedir!
Yansın o yıldızlar, bitinceye kadar
En derin uykular, en tatlı uykular.

Dolgu olarak kullanılmış ikilemelerle de sık karşılaşıyoruz. Ve ifade ettiği düşünceler arası geçişler de karışık. Ama bunların yanı sıra Ağrı dağını; sonsuzluğa kalkacak, göklere demirli sihirli bir gemiye benzetmesi çok güzel. Yine, Gökyüzüne doğru yürüyen yeryüzü imgesi de hoş. Yaratıcı. Dağın ata benzetildiği, Ey, gökperdelere şahlanan Tanrısal dizesi de yoğun bir dize.

Dranas’ın öbür dağ şiirleri de “Dağın Ardında Güneş Battı”, “Dağdan Aşağı”, “Maşar Dağı” şiirleri de alıştırma şiirler gibi duruyor. Ya şiirsel ilişkinin kurulamadığı ya da kolayına geldiği gibi ifade edilivermiş izlenimi veren şiirler. Özellikle “Dağdan Aşağı” şiiri şairin ruhsalını da yansıttığı için değinmek istiyorum. Bu şiirde, dağ üzerine, dosya düzeyinde şiir yazmış, yani dağla çok uğraşmış olan şair, kendisi de dağlaşır, ve bizlere tepeden bakar:

Bu dağdan aşağı baktığımda
Hayret! Ne kadar cücesiniz,
Ne kadar çelimsiz ve hurda,
Karınca kaderincesiniz

Sabahattin Kudret Aksal:

Sabahattin Kudret’in, “Anadolu Yaylası” ve “Dağ Yolu” şiirlerinde garip akımının etkisi sezilir. Anlatım bir bilmece tadında oyun oynar gibidir (hatta bu oyun seksek oyunu gibidir. Ve eksende küçük, sıradan insan vardır.

Karşı sırtlarda bir köpek
Uludu duydum
Gece yarısından sonra
Dağlar gerindi

Bir gökyüzü var
Mavisi deli
Bir yaylası var
Çiçeği allı

Ayşe kız gelin oldu
Entarisi pullu

(Ahmet Muhip’in “Dağın Ardında Güneş Battı”  ve  “Dağdan Aşağı” şiirlerinde de oyun havası, garip etkisi sezilir ama küçük insan konusunda elbette Ahmet Muhip karşıt kutup oluşturur, o yüce insanın peşinde görünür söz konusu şiirlerde. Bu da Ahmet Muhip’te biçim  ve içerik konusunda bir çarpıklığa işaret olarak (yine ayni şiirler için konuşuyorum),  alınabilir.) Aksal’ın “Doğa Dedi Ki” şiiri, bizi aydınlığa, doğanın güzelliğine bir tuğla eklemeye, yapıcı olmaya çağıran aydınlıkçı, didaktik bir şiirdir. Aksal bu açıdan da Ahmet Muhip’ten ayrılır.

Sabahla yola çıktım,
Dağ düz gittim acıktım,
Bilmem ki neye aç,
Oracıkta, bir ağaç

Dibindeki çeşmeden
Sazı duydum, koşmadan

Nazım Hikmet:

Nazım Hikmet, sanki “Uludağ’a Dair” şiirini yazabilmek için “Dağın Üstünde”, “12 Kasım 1945”, “İsviçre Dağları” (vb) şiirlerini yazmış gibidir. Diğer şiirler, birer karalama, alıştırma şiir gibi durur “Uludağ’a Dair” şiiri yanında. Bu şiir, yaratıcı şairin ürettiği, nesnesiyle tam anlamıyla hemhal olduğu bir şiire iyi bir örnektir.  “Dağın Üstünde” şiirinde özlemi, “sensiz”liği dile getirir. “12 Kasım 1945” te Uludağ; umudun, öfkenin içinde bir süs ögesidir. “İsviçre Dağları” da şaire yoksulluğumuzu, bakımsızlığımızı hatırlatır, oralıların rahatı karşısında. Bir karşı uçtur “İsviçre Dağları”. “Uludağ’a Dair” şiirinde şair çok yakınındaki Uludağ’ı her kımıltısıyla hissederken üzerinde kayıtsızca oynaşan kişiler, onun varlığına, canlılığına öfkesine duyarsızdırlar. Dolayısıyla karşıt iki anlayışı, yaşayamayan yaşayan karşıtlığını birbirine dönüştürür. Sorumlu olan sorumsuz olan karşıtlığı, bilinçli olan/bilinçsiz olan karşıtlığı, Uludağ’da simgeleşen ben ve ulus kavramlarıyla iç içe sokulmuş, şiir iyice işlenmiş olur. Tam da bu noktada genel olarak şiirin ham biçimli, gelişine şiir ve iyice işlenmiş şiir olarak da ayrımlanabileceğinin altını çizmiş olayım. Elbette bu işlenmişlikte bir yandan kişileştirme, bir yandan da Uludağ’ın başka bir adı olan Keşiş Dağı’na gönderme, şiirin derinlerine yerleştirilmiştir. Şairin ruhsalı, dünya görüşü şiire sindirilmiştir.

İlhan Berk:

İlhan Berk, “Dün Dağlarda Dolaştım Evde Yoktum” şiirinde, anlamdan uzaklaşır gibi yapar, kendi biçemi içinde saçmalıyor gibi görünür ama dilsel olanı ve şeyleri, dış dünya ile iç dünyayı, doğayı ve doğa(l) karşısında beni harmanlar. Enel hak demeden, nesne ve kavramlarla hemhal olur. Aynası kıldığı nesneye, kavrama, dile bulanır, karışır gider.

Dün dağlarda dolaştım, evde yoktum
Bir uçurum bize bakmıştı, uçurumun konuştuğu usumda
Buydu bizim kendinde sonsuz olanı duyduğumuz
Nesneler ki zamanda vardır          

Nazmi Ağıl:

Nazmi Ağıl’ın “Dağ” şiiri biçimle içeriğin sarmallaşmasına çok güzel bir örnek. Bir yandan döne döne dağa, dağın doruğuna çıkarken, bir yandan da bir dizenin sonundan, dize kırılışıyle  öbür dizenin başına dönerek, döne döne ilerlemeyi biçim düzeyinde gerçekleştirir. Doğrusu şiirimizde gereksiz, kırmış olmak için dize ve sözcük kırmalar’ın karşısında olduğum için olsa gerek, bu şiir beni çok etkiledi. Ama elbette yumuşak sesli bir anlatımla acısını ve paniğini  aktarması da etkileyici. Dağ ile kendi içi bütünleşiyor.

Refik Durbaş’ın ölüm ile yaşam arasında sıkışmış insanı anlattığı “Taş Olur Beklerim” şiirinde anlatım ve rüzgarını söndürmüş buz dağı imgesi dikkate değer. 

Sivritepe’nin Kars’a dönük yüzü
Rüzgârını söndürmüş bir buz dağı
Misali duruyor yol ile yolculuğun arasında

Süreyya Berfe’nin “Dağ Yeli” şiiri insan bencilliğiyle söyleşi halinde, oyun havasında, dalga geçen başarılı bir şiir. 

Behçet Necatigil, hava ve dağın, toprağın iç içeliğini vurgularken insan oluşumuzu hatırlatır gibidir:

Dağı aşmadıkça havva varım. Havaları aşmadıkça, toprağa çakılı.

Dağ şiirinde de gündelik yaşamın sıkıntılarıyla dağ yaşamının, dağın benzerliklerini, giderek insanların  sorunlarıyla iç içeliklerini anlatır:

Mehmet Taner, “Dağ” şiirinde, kendinde bir umarsızlığı dile getirir. Korkularla, korkutmalarla sıkıştırılmış, sıkıştırılabilen, dürbünün tersinden bakar gibi küçültülebilen  dağ gibi güçlü insan(cık)ın durumunu dile getirir:

O içimi sıvayan sıcak yel
O çitsiz ateşten bahçe
O korkuluklar: alevler içinde
Giderim giderim yol yok, giderim:
O kaynar su gibi damlayan bahçe
(..)
Dağ’dım, ne oldum
Yeniden dağ mı olacağım?

Mehmet Ocaktan’ın “Dağların Sesi” adlı şiiri bir dağ özlemini öngören, dağların sesini çağrı olarak duyan, dikkate değer bir şiir.

Gün gelecek belki de
dağlı bir sesim olacak
uzun ırmaklar girecek kanıma
tıpkı sesleri sevinç kokan çocuklar gibi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir